Gün geçmiyor ki, tarikatlarla cinsel taciz birlikte anılmasın! Dinin özünün tertemiz bir zemin olması gerekirken, tarikat ve cemaat adı altında faaliyet gösteren bir kısım sapıklar, bu temiz zemine pislemekten çekinmiyorlar. Badeci Şeyh rezilliği daha unutulmamışken, şimdi de Uşşakî Tarikatı Şeyhi Fatih Nurullah adındaki sapığın marifetleri döküldü ortalığa. Müridinin 12 yaşındaki kızına yaptıklarını burada ayrıntılı olarak anlatmak istemiyorum. Merak edenler medyada okuyabilirler. Barış Terkoğlu’nun yazısında uzun uzun anlatılmış.

Bu adamın sapıklık dışında da muhteşem (!) düşünceleri var! Meselâ “Türkiye Cumhuriyeti son buldu, Osmanlı kuruluyor, Tayyip Bey birinci padişahımız olarak gözüküyor” demiş! Adam Cumhuriyeti yıkmış, Osmanlıyı kurmuş, padişahı da belirlemiş!

“Hele İslamî devlet olsun; en güzel sarığı biz saracağız, en güzel cüppeleri biz giyeceğiz. Vakti saati var her şeyin. Devletin kontrol mekanizmalarında olalım” diyor! Bu laf size tanıdık gelmiyor mu? Devletin kontrol mekanizmalarını ele geçirmek isteyen sapık FETÖ’cüler de aynı yolun yolcusu değil miydi?

Adam memleketin bir çok köşesinde dergâh kurmuş! Keramet var zannedip, peşinde koşan bir çok salak var! Elini ayağını öpmeye hazır yüzlerce mürit adamın hizmetinde!

Yanmaz kefen satan din tüccarlarını duymuştuk. Bu hazret de “elimi öpen cennete gidecek” diyor. Deve sidiği içen zihniyet, elbette şeyh efendinin sadece elini değil, kıçını da öper!

Hıristiyanlığın orta çağını yaşayan bu ahmaklar sürüsü bana Dostoyevski’nin muhteşem romanı KaramazovKardeşler’deki bir sahneyi hatırlattı. Romandaki bir iç öyküde, 16. Yüzyılda engizisyonun en acımasız olduğu Güney İspanya’da İsa yeryüzüne yeniden gelir, ancak kim olduğu bilinmesine rağmen engizisyoncu papaz tarafından tutuklanır ve zindana konur. Engizisyoncu papaz İsa’ya“seni yarın zındıklıkla suçlayıp yakacağım, bugün ayağını öpen halk yarın bir işaretimle atılacağın ateşe odun taşımaya koşacak” diyor ve “yeryüzüne bir daha gelme, işlerimizi karıştırma” diye ikaz ediyor. Engizisyoncu papaz, İsa’nın yeniden gelmesinin işlerini bozacağından endişe ediyor!

Dostoyevski’nin bu öyküsünü bir an için kendi ülkemize ve bugüne uygulayalım. Varsayalım ki, Hz. Muhammet yeryüzüne yeniden geldi. Geldi ve şu şarlatan, soytarı ve sapık tarikat ehlini gördü. Bunlara “aferin, doğru yoldasınız, devam edin” mi der?  Ya da bu şeyh efendiler, köşe bucak kaçacak yer mi arar? Büyük Engizisyoncunun İsa’dan şikayeti gibi, şeyh efendiler de Peygamber için “Neden geldi bu adam?” diye şikayet etmezler mi? “Geldi de işlerimizi bozdu” demezler mi?

Mescide bir yabancı geldiği zaman içerdekilerden hangisinin Hz. Muhammet olduğunu bilemezdi. O, halkı ile birlikte ve onlar gibiydi. Ne elbisesi, ne oturduğu makamı diğerlerinden farklıydı. Şeyh efendiler öyle mi? Onlar en üstt katta otururlar! Sırma cüppe içindedirler! Elini öpmek için önünde kuyruklar oluşur! Elbette bunlar peygamberin yeniden gelişinden rahatsız olurlar!

Ortaçağda kilisenin egemenliği, papazların soygunculuğu dillere destandı! Şimdi de bizim tarikat ve cemaatler maşallah destan yazıyor! Yazdıkları destan Hıristiyanlığın orta çağına denk düşüyor. Bizimkiler uzay çağında ortaçağı yaşıyor! Cumanız hayırlı olsun mu?