Abbas Bilgili

Tarih: 13.01.2018 14:14

Mağara!

Facebook Twitter Linked-in

'Çocuklar Duymasın’ı izliyorsanız bilirsiniz; “taş fırın erkeği” Haluk ile komşusu Tansel Bey arasındaki tatlı geçimsizlik, dizinin tuzu biberi gibidir. Tansel Bey’e göre Haluk, kaba bir “mağara adamı”dır. “Mağara adamı” kavramına şöyle bir bakacak olursak, sadece tarihin değil, din ve felsefenin de derinliklerine dalmak lâzım gelir.

İlk insanların barınma ve güvenlik ihtiyacını mağara karşılamıştır. Kayaların, dağların karanlık oyukları, insanları koruduğu gibi, bugünlere de mühim miktarda tarihi malzeme bırakmış. Kaya duvarlarına çizilen resimler, kazınan yazılar, ilk atalarımızın hayat serüvenini bizlere aktaran belge işlevi görmüş.

Işıktan hoşlanmayan yarasaların gündüz saklandığı, ayıların kış uykusuna yattığı mağaralar hayvanların da korunaklarıdır. Dinlerin tarihinde de mağaranın önemi yadsınamaz. İsa peygamberin mağarada doğduğuna dair rivayetler var. İlk Hıristiyanlar dinî inançlarından dolayı saldırılara uğruyorlardı ve ibadetlerini mağarada yapıyor, kiliselerini mağara içlerine inşa ediyorlardı. Gerek Hıristiyan ve gerekse Müslümanlarda anlatılagelen “yedi uyurlar”hikayesinin mekanı da mağaradır. Hz. Muhammet de Mekke’den Medine’ye hicret ederken bir mağarada saklanmış ve İslam tarihinde bu mağara önem kazanmıştır.

Felsefedeki en önemli metaforun da mağara metaforu olduğunu hatırlatmamız lâzım. Platon, Devlet’demağara metaforuna yer verir.

“Bir mağara düşün dostum” diye başlar. Girişi boydan boya gün ışığına açık bir yeraltı mağarası. İnsanlar çocukluktan beri zincire vurulmuş, başlarını dışarıya çeviremiyorlar. Dışarıyı tanımıyorlar. Mağaranın dışında kuvvetli ışık var ve oradaki duvarın yanından geçen insanların gölgeleri mağaranın içine vuruyor ve içerdekiler bu gölgelerden başka bir şey görmüyor. Dışarıdan gelen sesleri de gölgelerin konuşması zannediyorlar. Onlar için tek gerçek; gölgeler. Diyelim ki, esirlerden birini/birkaçını çözüp dışarı çıkardık. Gözleri kamaştı. Gölgelerini gördüğü cisimleri tanıyamadı. Biri ona “ömür boyu gördüklerin hayaldi, şimdi gördüklerin gerçek” demiş olsa, şaşırıp kalır, içerdeki gölgeleri daha gerçek sanırdı. Mağaradan uzaklaştırıp, ağaçları, denizi, nesneleri daha yakından tanımasını sağladık. Güneşi, ayı tanıdı. Zamanla alıştı, gerçekleri tanıdı ve mağaradaki arkadaşlarını hatırladı. Onlara acıyor ve oraya dönmemek için her acıya katlanmaya hazırdı. Döndüğünü varsayalım. Karanlığa alışabilir miydi? Dostlarına hakikati söylese inanırlar mıydı? Ağzını açar açmaz, alay ederler, “sen dışarıda gözlerini kaybetmişsin, arkadaş saçmalıyorsun, biz yerimizden çok memnunuz” derlerdi. İşte dostum, anlattığım hikaye kendi halimizin tasvirdir. Yeraltındaki dünya; görünürler dünyası. Dışarıya çıkan tutsak, idea’laralemine   yükselen ruh. Platon böyle diyor.

Üstad Cemil Meriç de “Mağaradakiler” adını verdiği kitabın başına Platon’dan yaptığı bu alıntı ile başlıyor. Üstad’ın “mağaradakiler”i, entellektüeller yani aydınlar üzerine bir eleştiri. Ama daha kitabın en başına ise Horatius’tan vurucu bir cümle koyarak muzipliğin zirvesini yapmış; “Ne gülüyorsun? Anlattığım senin hikayen” diyor! Yani Üstad “aydınlarımız dahil hepimiz bir mağara adamıyız” demek istiyor!

 

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —