Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerinin yargılandığı davada 11 tutukludan 7’sinin tahliyesine karar verildi. Kişisel düşüncem, tamamen siyasi kurgu ve konjonktürel bir dava ile karşı karşıyayız. Yargılananların tamamı, evrensel hukuk dikkate alındığında, berat etmesi gereken kişiler. Konu ileride AİHM’e gittiğinde, bu davanın saçmalığı vurgulanacaktır. Türk yargısı şu anda bağımsız ve tarafsız değildir. Tahliye kararı vermesi konusunda özgür irade sahibi olmadığı kanısındayım.
Tutuksuz yargılanan Hikmet Çetinkaya (ki siyasi görüşlerine katılmam, çok da beğendiğim bir yazar değildir), bugüne kadar FETÖ aleyhine yazdıklarından dolayı hakkında 170 kadar ceza davası açılmış bir kişidir. Bu kişiyi FETÖ’cü diye suçlamak, ancak bir mizah konusu olabilir. El insaf! Hikmet Çetinkaya’dan FETÖ’cü çıkartan bir savcının ya da mahkemenin adaletinden medet umulmaz. Kadri Gürsel, Ahmet Şık gibi yazarlar için, FETÖ aleyhtarı denilebilir, ama FETÖ’cü denilemez. Ne tuhaftır ki, bu kişiler FETÖ’cülükle suçlanıyor. Güler misin, ağlar mısın?
Özellikle Ahmet Şık ve Kadri Gürsel’in tahliye edileceklerini ümit ediyordum. Tam tersi çıktı! Üstelik Ahmet Şık için, yaptığı savunmadan dolayı suç duyurusunda bulunma kararı alınmış.
Ahmet Şık’ın savunması bana, hukuk kültürü ve tarihindeki bazı tarihsel savunma metinlerini hatırlattı.
Fransa’nın ünlü avukatlarından Jacques Verges’in “SAVUNMA SALDIRIYOR” isimli, Türkçeye de çevrilmiş (Metis Yayınları) kitabını hatırlattı. Verges, kitabında ceza davalarındaki savunmaları yorumlarken, “UYUM DAVALARI” ve “KOPUŞ DAVALARI” ayrımı yapar ve tarihteki bazı ünlü davaları bu kategorilere göre değerlendirir. Uyum davalarındaki savunmaların genel karakterinin “kurulu düzene saygı” biçiminde olduğu söylenebilir. Kanaatimce, rahmetliMenderes’in Yassıada Mahkemesi(!)nde yaptığı savunma oldukça uyumludur ve gereğinden fazla saygı içerir. Oysa “bu mahkeme bu davayı görmeye yetkili dahi değildir” deseydi, muhtemelen sonuç farklı olabilirdi. Zira sonradan anılarını yazan bazı darbeci askeri zevat, “mahkemenin yetkisizliğinin ileri sürülmesinden çekindiklerini” yazmışlardır. Ama özellikle Menderes ve bazıları sık sık “saygıdeğer reis beyefendi hazretleri” gibi gereksiz bir saygı lafına başvurmuşlardır. Bu da darbecileri ve sözde mahkemeyi cesaretlendirmiştir.
Ahmet ŞIK’ın savunması kanaatimce, Verges’in tam anlamıyla “KOPUŞ DAVASI” dediği türden bir savunmadır. Haklı bir haykırıştır. Kurulu düzene iğneli ve akıllı bir eleştiri vardır. Tam anlamıyla “SAVUNMA SALDIRIYOR” türünden bir savunmadır. Verges’in kitabında Sokrates’in Savunması da “KOPUŞ DAVASI”na örnek olarak gösterilir. Sokrates savunmasında “kurulu düzene” saldırır. Atina’nın tanrılarına inanmayıp, başka Tanrı’ya inanmakla, gençlerin ahlakını bozmakla suçlanır. Ancak Sokrates hiçbir şekilde kendisini yargılayanların önünde eğilmez. Felsefe yapmaktan vazgeçmeyeceğim diye bağırır. Ben insanları uyarmakla görevi bir “at sineği”yim der. Düşüncesinden vazgeçmez, uyum göstermez, ölümden korkmadığını söyler. Yargılamayı yapan 500 kişilik jürinin ilk oylamasında 31 oy farkıyla ölüm cezası alır, ancak kendisine bazı alternatifler sunularak ölümden kurtulabileceği de hatırlatılır. Sokrates, ölümden korkmadığını yeniden göstererek, kendisine sunulan alternatifleri kabul etmez. Bu defa jüri üyeleri daha da aleyhe dönerek, öncekinden daha fazla oy farkıyla ölüm cezasına karar verirler.
Ahmet ŞIK’ın savunması Sokrates’in savunmasına oldukça benziyor. Geri adım atma yok, hakkı ve haklılığı haykırma var. Hakimler Ahmet ŞIK’ın savunmasından rahatsız olmuş olmalılar ki, tahliye kararı vermedikleri gibi, hakkında ayrıca suç duyurusunda bulunmuşlar. Aynen Sokrates’in savunması ile jüriyi kızdırmasına benziyor.
Sokrates 2300 yıl önce yaşamıştı. Ama bütün canlılığı ile fikirleri ile söyledikleri ile aramızda yaşamaya devam ediyor. Adını alemde duymayan kalmadı. Peki, Sokrates’i yargılayanlardan bir tek kişinin dahi adını bilen var mı? Yok! Ahmet Şık’ı yargılayanları da ileride tarih, yaptıkları ile yazacak, ama eminim yargılayanların hiç birini hatırlayan olmayacak!
