Yılbaşından itibaren (01.01.2018) iş uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuk uygulaması yürürlüğe girecek. (Zorunlu arabuluculuğu savunanlar “aman ha, zorunlu demeyin, onun isimi dava şartıdır” diyorlar, bu nedenle bu kavramlarla ilgili bir şeyler yazacağım).
Konu, bugünlerde yoğun şekilde tartışılıyor. Savunanlar ve eleştirenler görüşlerini açıklıyor. Ancak kafalarda çok sayıda soru işareti var ve savunanların da bu soru işaretleri konusunda tatmin edici bir açıklaması henüz yok. Yapılan panellerde savunmacı konuşmacılar genellikle yüzeysel şeyler anlatıyor ve sorunlu alanları şimdilik geçiştirmekle meşguller.
Tartışma daha çok iş uyuşmazlıklarında arabuluculuğun zorunlu olması üzerinden yapılıyor ve iş hukukunun kendine özgü yönleri, kayıt dışılık, asıl işveren – alt işveren, kamu düzeni, anayasaya veya AİHS’ne aykırılık gibi konularda odaklanıyor. Ayrıntıya girildikçe yepyeni sorunlar beliriyor.
Bir kısım hukukçuların haklı olarak dile getirdikleri husus, iş sözleşmesinin taraflarından olan işçinin işveren karşısındaki oldukça zayıf konumunun yol açacağı olumsuz durumdur. İşçilerin her zaman ve her durumda haklı olduğunu iddia etmiyorum, ancak biliyoruz ki, bu ülkede işçinin işveren karşısındaki zayıf durumu inkar edilemeyecek kadar büyük bir gerçektir. İşlemleri düzgün olan işverenleri tenzih ederek belirtiyorum; işvereninin kim olduğunu bilemeyen işçiler var ve bunun müsebbibi işçi değil işverendir.
Taraflardaki güç dengesizliği, ister istemez iş hukukundaki işçiyi koruyan mutlak ve nispî emredici hükümlerin arabuluculuk vasıtasıyla bertaraf edilip edilmeyeceğini gündeme getirmektedir. Bu konu tartışılmakta ve doğuracağı sorunlar anlatılmaktadır.
Şunu hemen belirteyim ki, arabuluculuğa değil, iş uyuşmazlıklarında zorunlu arabuluculuğa karşıyım. Liberal felsefenin egemen olduğu Borçlar Hukuk veya Ticaret Hukuku alanında zorunlu olmasını da anlarım, çünkü taraflar arasında güç dengesizliği yoktur. Ancak İş Hukuku liberal bir alan değil, sosyal yönü ağırlıklı olan bir alandır. Oysa arabuluculuk tamamen liberal düşüncenin ürünüdür. İş Hukukunun sosyal yönünü alıp götürecektir.
Bizlere arabuluculuk temel eğitimi ve iş hukukunda uzman arabuluculuk eğitimi veren arkadaşların iyi niyetlerinden şüphemiz yok. Ancak iyi niyet yeterli değildir. Tarafların arabuluculukta anlaşmak zorunda olmadıkları, istedikleri an masadan kalkabilecekleri savunması da tatmin edici değildir.
Arabuluculuğun özü, işçi alacağının pazarlık konusu edilmesidir. Pratiklerde görüldüğü üzere, bu pazarlık, işçinin talep ettiği tavandan aşağıya doğru yapılmakta ve indirim sonunda anlaşma sağlanmakta veya sağlanamamaktadır. İşçiye, “arkadaş bu parayı kabul etmezsen, davanın 2-3 yıl süreceğini hatırlatırım” denmektedir. O işçinin eve ekmek götürme derdinde olduğunu, çocuğunun okul masrafını karşılayamadığını, bankalara borçlu olduğunu, karısının doğum yapmak üzere olduğunu bir hatırlayın ve teklif karşısındaki tavrını tahmin edin. Bu sadece hukuk değil, aynı zamanda vicdan meselesidir. Güçlünün karşısında işçinin ezilmesidir.
Jan Stenbeck’in Fareler ve İnsanlar’ını okuyanlar hatırlayacaktır. İki gariban tarım işçisi, bir çiftlikte üç kuruş biriktirmek için çalışmaya başlar. İşçilerden biri, oldukça iri yarı, güçlü kuvvetli, ancak akılca noksan bir adamdır. Bir fareyi sevmek için okşarken öldürür. Aynı şeyi köpek yavrusuna da yapar, okşarken köpeği de öldürür. Çiftlik sahibinin oğlunun karısı genç ve güzel bir kadındır. Kocasından yana dertlidir ve gözüne kestirdiği her erkeğe göz kırpan bir tiptir. Kadın bir gün bu iri yarı işçiyi samanlıkta çalışırken yalnız vaziyette yakalar ve ona da göz kırpar. Bu iri yarı adam, kadını okşarken boğazını sıkıp öldürür. Adamın öldürmek gibi bir kast ve niyeti yoktur. Saf ve aklı noksan bir adamdır, güçlüdür ve okşadığı şeyi öldürmektedir. Adam iyi niyetli ama sevdiğini okşayarak ölümüne sebep olmaktadır.
İş uyuşmazlıklarındaki zorunlu arabuluculukta da iyi niyetten bahsediliyor. İyi niyet yeterli değildir. Güç dengesizliğinde gariban işçiler “okşanarak” sevilecek (öldürülecek) gibi görünüyor. Taraflar eşitse birbirlerini istedikleri kadar okşasın. Ama devlerin garibanları “okşamasına” müsaade etmeyelim lütfen.
