İslam Hukuku uzmanı, Prof. Dr. Hayrettin Karaman son zamanlarda dikkat çekici yazılar kaleme alıyor. Aslında Hoca’nın yazarlığı yeni değil. Çok sayıda kitaba imza atmış bir isim. Ben de yıllar önce “Günlük Hayatımızda Haramlar ve Helaller” isimli kitabını okumuştum. İslam Hukuku konusunda otorite olarak kabul ediliyor.
Ancak son yıllarda özellikle köşe yazılarında ilmini siyasetin emrine vermiş görünüyor. Bir din adamından, bir İslam Hukuku uzmanından beklenmeyecek kadar siyasete angaje olmuş bir hali var. Elbette siyasetle ilgilenmek ve uğraşmak kötü bir şey değil. Ama dini siyasete bilim yoluyla bulaştırırsan, bilim adamlığın da din adamlığından tartışılır.
Hoca, son yıllarda Yeni Şafak’taki köşe yazıları ile AKP’nin fetvacılığına soyunmuş bir görüntü veriyor. Hatta bazen ipin ucunu kaçırdığı, İslamcıları dahi çileden çıkarttığını görüyoruz.
Muhalefetin AKP hükümetine yönelttiği yolsuzluk suçlamasına cevap vermek gibi bir misyonu kendinde gören Hoca, “Yolsuzluk hırsızlık değildir” (21 Aralık 2014, Yeni Şafak) diyebiliyor. Bu sözünün tepki aldığını görünce de kendince meramını izaha kalkışıyor. Elbette ceza hukuku anlamında yolsuzlukla hırsızlık farklı şeyler. Ama işin özünde her ikisi de hak etmediğin malı kendine mal edinmek değil mi? Hatta Diyanet dahi bu konuda “Rüşvet almak, irtikab, haksız kazanç, yolsuzluk yapmak tabii ki hırsızlıktır ve haramdır” demek durumunda kalıyordu.
Bir emekli müftü bakın bu konuda ne diyor;
“… güya İslamcı yazarlar, hem de fıkıh üstadı olarak tanınan biri bazı yolsuzluk olayları üzerine “yolsuzluk hırsızlık anlamına gelmez” diye makale yazdı. Evet, bana göre de yolsuzluk hırsızlık anlamına gelmez. Çünkü çok daha büyük bir suçtur. Biraz açayım: Diyelim ki ben birisinin bir şeyini çaldım. Sonra da pişman oldum. Gider adama yalvarır, imkanım varsa bedelini öder, helalleşirim, iş biter değil mi? Yolsuzluk ise, yetkili kişilerin yetkilerini kullanarak kamu malından (milletin ortak servetinden) bir kısmını birilerine peşkeş çekmesi, elbette karşılığında kendisi de bir şeyler almasıdır. Peki, bunlar 78 milyonla, saçı bitmedik yetimlerle, nasıl helalleşecekler? O prof. efendi bunları bir anlatsa biz de anlasak…” (Kâmil Hayati Aydın, İslam’ın Şartı Beş mi?, İrfan Yayınevi, 1. Baskı, 2017, sh. 99)
Hayrettin Karaman Hoca’nın özellikle başörtülü kadınların öfkesini çeken bir yazısı oldu. Başörtülü kadınların sigara içmesini eleştirdiği bu yazısında şöyle diyordu; “Ben başını örten ama göstere göstere sigara içen bir bayan gördüğümde şöyle bir intibaa kapılıyorum: Sanki farklı olanlara şunu diyor: “Siz benim başımı örttüğüme bakmayın, benden ümidinizi kesmeyin, sizinle paylaşacağım daha çok şeyim var”.(3 Ağustos 2017, Yeni Şafak)
Hoca’ya göre, sigara içen başörtülü kadınlar, farklı olanlara “benden ümidinizi kesmeyin, sizlerle paylaşacağım çok şeyim var” mesajı veriyormuş! Tabi ki, bu yazı haddini aşan görüşleri ile rahatsızlık doğurdu. Başörtülü kadın yazar Nihal Bengisu Karaca, köşesinden Hoca’ya çok ağır bir cevap verdi. Ve hatta yazısında Hoca’ya “Mümkünse cennette bile karşılaşmayalım” dedi. (6 Ağustos 2017, Haber Türk)
Hoca, siyasetin içine o kadar girdi ki, referandum sürecine de müdahil oldu. Referandumda “hayır” diyenlere İslam hukukunda yabancılara uygun görülen statünün uygun görüleceğini vurguladı. Demokratik hukuk düzeni umurunda olmayan Hoca, “Referandum sürecinde “Hayır” cephesinde yer alan insanların büyük çoğunluğu işte bu ‘…yabancılaşmış parçamızdan’ oluşuyor” diye yazdı ve “Hayır” diyenlere “yaşam hakkı” tanınacağını belirtti. (26 Mart 2017, Yeni Şafak). Hoca hızını almadı ve referandumda "evet" demenin farz olduğunu da yazdı. (13 Nisan 2017). Demokrasideki tercih hakkına dini bu kadar karıştıran hocanın, hocalığını ciddi şekilde yıpratan bir durum. Nitekim bazı ilahiyatçı akademisyenler hocayı eleştirdiler.
Hoca bir başka yazısında, ağzındaki baklayı çıkardı ve önemli bir noktaya parmak bastı. “İslamcının, parti dahil bütün araçları ve imkanları dâvası için kullanacağı” fetvasını verdi (30 Nisan 2017, Yeni Şafak). Hoca aslında bu son söylediği ile Makyavelizmin İslamcı versiyonunu sürmüştü piyasaya. İslam Hukukunda otorite olarak kabul edilen Hoca, ilmini siyasetin emrine verince sonuç böyle oluyor. Bilim de, saygınlık da, din de yara alıyor.
Hoca’ya göre, “demokrasi Müslümanın rejimi olmaz”mış. Bu konu başlı başına ayrı bir yazı konusu olabilir.
