Abbas Bilgili


Varolmak!


Jean-Paul Sartre, Dostoyevski’nin “Tanrı yoksa her şey mubahtır” sözünü, varoluşçuluğun başlangıcı olarak kabul ederken, önemli bir tespitte bulunuyordu. Ateist Sartre ile Hıristiyan Dostoyevski’nin aynı noktada buluşuyor gibi görünmesi her ne kadar çelişki gibi görünse de, bu görünürdeki çelişkiyi biraz sonra ele almak üzere, şimdilik askıya alalım ve varoluşçu filozofun “başlangıç” dediği noktadan devam edelim. Dostoyevski “Tanrı yoksa…” derken, Sartre “Tanrı yoktur” diyor. Dostoyevski’ye göre Tanrı yoksa insan yapmak istediği her şeyi yapabilir, ama varsa insanı sınırlayan bir takım değerler söz konusudur. Oysa Sartre, Tanrı olmadığına göre insan özgürdür görüşündedir ve hatta özgürlüğe mahkûmdur. Heidegger’den ödünç aldığı bir kavramla ifade edecek olursak, insan “bırakılmış”tır. Bir başına olan insan, Tanrı da olmadığına göre, bir değer yaratıcıya muhtaçtır. İşte bu değer yaratan, insanın kendisidir. Fırlatıldığı, özgürlüğe mahkûm olduğu boşlukta kendini inşa etmelidir. Bu insanın aynı zamanda sorumluluğudur. İnsan, bir taş ya da bir masa değildir, insan bilinçli varlıktır, kendisi için varlıktır. Sartre’ın ifadesi ile “insanyaptığıdır” ya da insan yaptıklarının toplamıdır. Başka bir ifade ile insan kendisini yaratacaktır. Sartre’ı çok seven İranlı düşünür Ali Şeriati bu durum için, “İnsan kendini kendine emanet etmiştir” diyor. Kendisini pasifizmle yani eylemsizlike eleştiren Marksistlere Sartre’ın cevabı, “insanın kendini inşa etmesi, bizatihi bir sorumluluk ve eylemdir.” Burada bir hususa dikkat çekmek isteriz; filozofun “insan yaptığıdır” görüşü, Kur’an-ı Kerîm’deki “İnsan için ancak çalıştığı vardır” (Necm, 39) cümlesi ile hayli yakın görünüyor. Sartre’a göre Tanrı var olsaydı da bir şey değişmezdi, insan boşluğa bırakılmıştır, kendi değerlerini yaratmalı, ve bu değerlerle kendini inşa etmelidir, sorumluluk bunu gerektirir. İnsan kendini inşa ederek varolacaktır. Varlık özden öncedir. Birey önce var olur, sonra özünü oluşturur. Sartre, Marksistlerin diğer eleştirisi olan “bireyselcilik” suçlaması karşısında da insanın sadece kendisinden değil, diğer insanlardan, daha doğrusu tüm insanlardan da sorumlu olduğu cevabını verir.

Sartre’ın kendi özünü oluşturması, kendini inşa etmesi, kendi seçimleri ile olur. Bunu yaparken hiçbir yardımcısı yoktur. Tanrı, din, ahlâk gibi kurallar olmadığı için, bir başınadır. Bırakılmışlığın tedirginliği ve bulantısı vardır üzerinde. Bu çabası ile aslında kendi eksiğini tamamlamakta ve kendini yaratmaktadır. Burada Pir Sultan Abdal’ın “eksiklik kendi özümde” ya da Yunus Emre’nin “Aşk gelince cümle eksikler biter” cümleleri ile de yakınlaştığı gözlerden kaçmamaktadır. Sartre, aslında insana verdiği bu büyük görev veya yük ile insanı Tanrılaştırmaktadır. Yok dediği Tanrı’nın boşluğunu insana bu büyük görevi vererek doldurmaya çalıştığı kanaatini uyandırmaktadır.

Şimdi askıya aldığımız konuya, yani Dostoyevski’nin sözüne geri dönebiliriz. Üstad,“Tanrı yoksa her şey mubahtır” dediğine göre, bu sözün mefhumu muhalifi “Tanrı varsa, her şey serbest değildir” olmalı. Bu durumda insan, belki Sartre’ın dediği gibi bazı değerleri kendisi üretecektir ama zaten önceden bazı değerler vardır ve o değerleri dikkate alarak kendini inşa etmelidir. O değerlerin dışına çıkması Tanrı’nın onaylamadığı bir davranıştır. Burada varoluşçuluğun inananlar grubu ile karşılaşıyoruz. Heidegger ve Sartre varoluşçuluğun ateist koluna mensupsa, Kierkegaard, Karl Jaspers ve GabrielMarcel gibi düşünürler de inanan varoluşçulardır.  Hatırlatalım ki, Kierkegaard, Sartre’dan önce yaşamıştı ve varoluşçuluğu da önceydi. Varlığın özden önce geldiği görüşü onun da savunduğu bir görüştü. Yani inanan ve inanamayan iki varoluşçu filozof “varlık özden önce gelir” noktasında buluşuyorlardı. Elbette ayrıldıkları noktalar da vardı ve Kierkegaard’a göre oluş, özden varlığa doğrudur. İnsanın özü Tanrı ile sonsuz Yüce Varlık ile ilişkiyi gerektirir. Sartre’da insan kendini yaratarak tam olmaya çalışırken, Kirkegaard’da insan Tanrı ile kendini tamamlar, insan iman sayesinde Tanrı’ya yönelerek varoluşunu gerçekleştirir. Kısacası Sartre insana Tanrı görevi verirken, Kierkegaard insanı Tanrı ile tamama erdirmektedir.

Sonuç olarak, her iki varoluşta da insana büyük bir yük, büyük bir görev ve büyük bir sorumluluk verilmektedir. Bu yükün altından kalkmak için seçimlerimizi, kendimizi inşa etmemizi, kendimizi yaratmamızı ciddiye almak gerekiyor. Kendimizi inşa ederken, bazı inşaatların üfürükle yıkıldığını da unutmamak lazım. İnşa işinde depremlere dayanıklılık sorumluluğun da gereğidir. Bunları düşünürken, şiir  niyetine yazdığım bir parçayı paylaşmak istiyorum;

 

Ne ormanda ağaç,

Ne denizde kumum,
Boşluğa fırlatıldım,
Özgürlüğe mahkûmum.
İşte size bir bilmece;
Özüm mü, varlığım mı önce?
Terk edilmişliğin dibinde,
Bırakılmışlığın kimsesizliğinde,
Boşlukta asılı kaldım.
Tutunacak dal aradım,
Azgın dalgalarda sal aradım
Üşüdüm köz aradım,
Kendime öz aradım.
Kendimi kendime emanet ettim
Kendi kozamı ördüm,
Kabuğumu kırıp gerçeği gördüm.
Özgürlüğe kanat açtım
Ve kaçtım. 

 

Hande Sarıoğlu gözaltına mı alındı? Önce paylaştı sonra hesabını kapattı

Ünlü TV yıldızının yüzünün hali korkutuyor!

'Şalvar Davası' filminden sahneleri paylaştı! Telife takıldı

Fatih Terim'in kızı Buse Terim aradığı aşkı buldu!

Uyuşturucu kullandıkları iddia edildi...

Güllü'yü kızı mı öldürdü? Komşudan şoke eden sözler geldi!...

Bu ülkede erkek az olunca kadınlar saatlik koca tutuyor...

Beren Saat’in 'Gizli Profil' filmi vizyon listesinden kaldırıldı

Burcu Esmersoy: 6 yıldır EYT’liyim | ‘Her emekli böyle yaşamıyor’ tepkisi!

Zehra Çilingiroğlu'nun sevgilisi kim? Evlilik iddiası...